Merhaba sevgili okurlarım,
Bugün sizlerle, beslenme biliminin en merak uyandıran, en dinamik alanlarından biri olan bağırsak florası, diğer adıyla mikrobiyota hakkında konuşacağız. Belki de son yıllarda bu kadar sık duymamızın nedeni, onun sadece sindirimle değil, bağışıklık sistemimizden ruh halimize kadar birçok sistemi etkilemesi. Bu minik mikroorganizmaların, adeta içimizde yaşayan görünmez dostlarımız olduğunu söyleyebiliriz. Ama işin sırrı burada bitmiyor. Hadi gelin, birlikte bağırsak floramızın hayatımızdaki bu büyük rolünü detaylıca inceleyelim.
Bağırsak florası, sindirim sistemimizde yaşayan bakteri, virüs, mantar ve diğer mikroorganizmaların oluşturduğu karmaşık bir ekosistemdir. En yoğun olarak kalın bağırsakta yer alır. Bu mikroorganizmaların sayısı, insan vücudundaki hücrelerin sayısından bile fazladır – yaklaşık 100 trilyon!
Mikrobiyota doğduğumuz anda oluşmaya başlar. Normal doğumla dünyaya gelen bebekler, annenin vajinal florasından etkilenirken; sezaryenle doğanlar, annenin cilt florasından daha çok etkilenir. Bu durum, çocuğun ileriki yaşamındaki bağışıklık sistemi gelişimini bile etkileyebilmektedir.
Bağırsak mikrobiyotası, sadece yediğimiz besinleri sindirmemize yardımcı olmaz. Aynı zamanda:
Beyin ve bağırsak arasındaki çift yönlü iletişim kanalı olan bağırsak-beyin aksı, artık bilim dünyasında büyük bir öneme sahip. Yani bağırsaklarımıza “ikinci beyin” demek abartı değil.
Floramız hassas bir dengededir ve bu dengeyi bozan pek çok unsur vardır:
Bu saydıklarımız uzun vadede disbiyozis adı verilen bir duruma yol açar. Yani faydalı ve zararlı bakteriler arasındaki denge bozulur ve bu da pek çok hastalığın başlangıcı olabilir.
Disbiyozis, florada zararlı bakterilerin baskın hale gelmesi demektir. Bu durum:
gibi birçok semptomla kendini gösterebilir. Kimi zaman kişi bir türlü kilo veremez, sebebi diyet değil, disbiyozistir.
Floramız bizimle birlikte yaşar ve doğru beslendiğimizde bize sağlık olarak geri döner. İşte bağırsak dostu bazı temel beslenme önerileri:
Prebiyotikler, bağırsaktaki iyi bakterilerin çoğalmasını destekleyen lifli maddelerdir. Başlıca prebiyotik kaynakları:
Probiyotikler doğrudan iyi bakterileri vücuda kazandırır. Örnekler:
Ancak dikkat! Marketlerdeki her yoğurt ya da turşu probiyotik değildir. Pastörize edilmiş, raf ömrü uzatılmış ürünlerde bu canlı bakteriler genellikle ölür. Ev yapımı ürünleri tercih etmek en doğrusu.
Farklı sebzeler, tahıllar, baklagiller tüketmek, mikrobiyotanın zenginleşmesini sağlar. Tek tip beslenme, florayı kısıtlar.
Şekerli ve işlenmiş gıdalar zararlı bakterileri besler. Bu da dengenin bozulmasına yol açar.
Bağırsaklarımızda bulunan mikroorganizmalar, serotonin gibi nörotransmitterlerin %90’ını üretir. Serotonin ise “mutluluk hormonu” olarak bilinir. Dolayısıyla depresyon, anksiyete, stres gibi psikolojik rahatsızlıkların bağırsak florasıyla ilişkili olduğu düşünülüyor.
Yani mutsuzluk bazen sadece hayat şartlarından değil, yediğimiz yiyeceklerden de kaynaklanıyor olabilir!
Bağırsaklarımızda yaşayan mikroorganizmalar sadece sindirim işlevi gören varlıklar değil; ruh halimizden bağışıklığımıza, hatta çocuklarımızın gelecekteki sağlıklarına kadar uzanan bir etkiye sahipler. Bu nedenle floramıza iyi bakmak, aslında kendimize iyi bakmak demek.
Tabağımıza koyduğumuz her lokma, içimizdeki bu görünmez yaşamı ya besliyor ya da bozuyor. Ve biz ne kadar bilinçli olursak, mikrobiyotamız da o kadar dengeli ve güçlü olur. Unutmayın, sağlık bağırsakta başlar!
Dyt. Melina Ezgi Tosun
Kaynak: Melina Ezgi Tosun (Bihaber.TR köşe yazarı)
Türkiye ve dünya gündemindeki sıcak gelişmeleri okuyucularına tarafsız ulaştırmayı hizmet kabul eden haber platformu.