Bir marketten alışveriş yaptığınızı düşünün. Poşetlerinizde sebzeler, meyveler, balık, süt, yoğurt, ekmek, hatta sağlıklı diye seçtiğiniz tam tahıllı atıştırmalıklar var. Yani sofranız için en doğal, en iyi seçimleri yapmaya çalışıyorsunuz. Ama aslında fark etmeden sofranıza plastik taşıyor olabilirsiniz. Evet, yanlış duymadınız: mikroplastikler artık yalnızca denizlerde, çöplüklerde ya da geri dönüşüm tesislerinde değil; doğrudan tabaklarımızda ve hatta bedenlerimizde.
Peki, mikroplastikler nasıl oluyor da soframıza kadar geliyor? Ve daha önemlisi, bu durum sağlığımızı nasıl etkiliyor? Gelin, bu konuyu birlikte biraz detaylıca konuşalım.
Mikroplastikler, 5 milimetreden daha küçük plastik parçacıklarıdır. Gözle zor görülür, bazen tamamen görünmezdir. İki türü vardır:
Yani, çevremizde plastik ne kadar çoksa, soframızda da mikroplastik bulunma ihtimali o kadar yüksek.
Bu noktada en önemli soru şu: “Benim tabağıma bu plastik nasıl geliyor?” Cevap aslında düşündüğünüzden daha basit ama bir o kadar da çarpıcı.
Denizler artık plastik çorbasına dönmüş durumda. Yapılan araştırmalar, yılda yaklaşık 8 milyon ton plastiğin denizlere karıştığını gösteriyor. Balıklar, midyeler, karidesler bu küçük parçacıkları besin zannedip yutuyor. Siz de deniz ürünleri tükettiğinizde bu mikroplastiklerin bir kısmı doğrudan vücudunuza geçiyor.
Özellikle kabuklu deniz ürünleri (midye, istiridye gibi) yüksek risk taşıyor. Çünkü bu hayvanlar filtre besleniyor; yani yaşadıkları ortamda ne varsa süzüyorlar ve bünyelerine alıyorlar. Biz de onları pişirmeden, çoğu zaman bütün halde tükettiğimiz için mikroplastikleri de beraberinde alıyoruz.
Cam şişe aldığınızda “oh mis gibi, plastiksiz” diye düşünüyor olabilirsiniz. Ama yapılan analizler gösteriyor ki, hem musluk suyu hem de şişelenmiş suyun çoğunda mikroplastik var. Üstelik, PET şişelerden geçen parçacıklar bazen musluk suyundan daha fazla olabiliyor. Yani aslında suyu hangi kapta içtiğimiz de fark yaratıyor.
Yemeklerimizin vazgeçilmezi tuz da risk altında. Deniz tuzu, göl tuzu ya da kaya tuzu fark etmeksizin, birçok örnekte mikroplastik tespit edilmiş. Özellikle deniz tuzu, plastik kirliliğinin yoğun olduğu bölgelerden elde edildiğinde daha yüksek miktarda içeriyor.
“Ben et yemem, balık yemem, bol bol sebze yerim” diyorsanız, burada da sizi şaşırtacak bir gerçek var. Yapılan son çalışmalar, mikroplastiklerin tarım topraklarında da biriktiğini gösteriyor. Çünkü plastik içeren gübreler, sulama sistemlerindeki plastik borular ve hatta havadaki mikroplastik parçacıkları toprağa karışabiliyor. Bitkiler kökleri aracılığıyla bu parçacıkları çekiyor ve domatesinizin, havucunuzun içine kadar sokabiliyor.
Bazı araştırmalar, süt ürünlerinde de mikroplastik bulunduğunu ortaya koydu. Özellikle işlenmiş gıdalar ve ambalajlı sütlerde risk daha yüksek. Plastik ambalajlardan çözünerek gıdaya karışan parçacıklar, yoğurdun veya peynirin içinde bile bulunabiliyor.
Kanada’da yapılan bir çalışmaya göre, bir insanın yılda ortalama 50 bin ila 120 bin mikroplastik parçacığı yediği tahmin ediliyor. Şişelenmiş su tüketenlerde bu rakam daha da artıyor. Başka bir ifadeyle, farkında olmadan her gün plastik “atıştırıyoruz”.
Bir diğer çarpıcı benzetme şu: Ortalama bir insan, bir haftada yaklaşık bir kredi kartı büyüklüğünde plastik tüketiyor. Yani cüzdanınızdaki kartı düşünün; işte o kadar plastik, sindirim sisteminizden geçiyor olabilir.
Peki, bu parçacıklar vücudumuza girdiğinde sadece sindirim sisteminden mi geçiyor, yoksa kalıcı bir etkisi var mı?
Yani, mesele sadece plastik yutmak değil; aynı zamanda vücudun dengesini bozacak kimyasal bir stresle karşı karşıya kalmak.
Herkes mikroplastik alıyor ama bazı gruplar daha hassas:
Plastik hayatımızdan tamamen çıkmasa da, maruziyeti azaltmak için yapabileceklerimiz var:
Henüz elimizde kesin sonuçlu klinik veriler yok. Ama elimizdeki bulgular, mikroplastiklerin sadece çevre kirliliği sorunu değil, aynı zamanda beslenme ve halk sağlığı sorunu olduğunu net şekilde gösteriyor.
Örneğin:
Yani gelecekte “mikroplastik hastalıkları” kavramını daha çok duyabiliriz.
Günlük yaşamımızda aldığımız her küçük karar, soframıza gelen plastiği azaltabilir ya da artırabilir. Bir cam şişe tercih etmek, plastik kapta yoğurt almamak ya da pazar filesiyle alışveriş yapmak küçük gibi görünse de uzun vadede büyük fark yaratıyor.
Biz diyetisyenler olarak sağlıklı beslenmenin sadece kalori hesabı, protein miktarı ya da vitamin düzeyi olmadığını hep dile getiriyoruz. Gıdanın güvenliği, içeriği ve çevresel faktörleri de en az besin değeri kadar önemli. Çünkü vücudumuzu beslemek için yediğimiz her şey, aynı zamanda sağlığımızı da şekillendiriyor.
Kısacası, soframızdaki mikroplastikler sadece çevre sorunu değil, bedenimizi etkileyen bir beslenme sorunu. Ve bunu fark edip önlem almak, sağlıklı nesillerin geleceği için artık ertelenemez bir görev.
Dyt. Melina Ezgi Tosun
Kaynak: https://bihaber.tr/mikroplastikler/
Türkiye ve dünya gündemindeki sıcak gelişmeleri okuyucularına tarafsız ulaştırmayı hizmet kabul eden haber platformu.