İnsülin direnci… Kulağa sanki sadece diyabet öncesi bir aşamaymış gibi geliyor değil mi? Oysa ki bugün pek çok kişinin farkında bile olmadan yaşadığı, kilo vermeyi zorlaştıran, halsizlikten karın çevresi yağlanmasına kadar birçok şikâyetin arkasında yatan metabolik bir tablo bu. Hatta işin ilginci, bu tabloya karşı en etkili tedavi yöntemlerinden biri hâlâ ilaçlar değil; tabağımızda ne olduğu.
İşte bu yazıda seni, insülin direncinin ne olduğu, neden bu kadar yaygın hale geldiği ve düşük glisemik indeksli diyetlerin bu tabloya nasıl çözüm sunduğu üzerine hem bilimsel hem de anlaşılır bir yolculuğa davet ediyorum.
Kandaki şeker seviyesini düzenleyen, pankreastan salgılanan bir hormon olan insülin, vücudun enerji yönetim merkezlerinden biridir. Yediğimiz karbonhidratlar sindirildikten sonra kana glukoz olarak geçer ve insülin, bu glukozun hücrelere taşınmasını sağlar. Ama işte tam bu noktada sistem sekteye uğrayabiliyor.
İnsülin direnci, hücrelerin insüline yeterince yanıt vermemesi durumudur. Yani pankreas ne kadar insülin salgılarsa salgılasın, hücreler bu sinyali algılayamaz. Sonuç? Kandaki glukoz seviyesi yüksek kalır ve pankreas daha da fazla insülin üretmeye zorlanır. Bu durum bir süre sonra hiperinsülinemi denilen tabloya ve zamanla tip 2 diyabete zemin hazırlar.
Son 20-30 yılda insülin direncinin görülme sıklığında ciddi bir artış var. Peki neden? Bunun birkaç nedeni var:
Yani insülin direnci, yalnızca genetik bir kader değil. Hayat tarzı değişiklikleriyle doğrudan ilişkili bir durum. Ve iyi haber şu: Bu değişiklikler, insülin direncini tersine çevirmek için de en etkili araç.
Burada devreye glisemik indeks (GI) kavramı giriyor. GI, bir karbonhidrat kaynağının kan şekerini ne kadar hızlı yükselttiğini gösteren bir ölçüttür.
İnsülin direnci olan bireylerde, özellikle düşük GI’li besinleri tercih etmek, hem kan şekeri kontrolü sağlar hem de insülin salınımının daha dengeli olmasına yardımcı olur.
Peki bilim bize ne diyor? Düşük GI’li besinlere dayalı beslenme planlarının insülin direncine etkisi sadece teorik bir fikir mi, yoksa sağlam verilerle destekleniyor mu?
Evet, destekleniyor.
Bu veriler gösteriyor ki yalnızca insülin direncini değil, aynı zamanda metabolik sendromun tüm bileşenlerini hedef alan bir yaklaşımdan bahsediyoruz.
Peki, teoriden pratiğe geçelim. Günlük hayatta insülin direnciyle baş eden bir birey neyi nasıl yemeli?
Yapılması gerekenler:
Burada önemli bir noktaya parmak basmak isterim: Düşük glisemik indeksli beslenme sadece kilo vermek isteyenler için değil, sağlıklı kalmak isteyen herkes için ideal bir modeldir. Çünkü bu model, vücutta yalnızca şeker dengesini değil, hormonal dengeleri, sindirimi, hatta ruh halini bile olumlu etkiler.
İnsülin direnci, modern yaşamın bize sunduğu bol kalorili ama düşük besleyici değerli besinlerle şekillenen bir sonuç. Ancak bu sonucu tersine çevirmek elimizde. İlaç tedavisi elbette bazı durumlarda gereklidir ama yaşam tarzı ve beslenme değişmeden çözüm tamamlanmaz.
Düşük glisemik indeksli beslenme; sadece kalori saymakla değil, gıdanın kalitesini ve vücuda etkisini önemseyerek yapılan, bilimsel temeli güçlü, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir yaklaşımdır. Unutma, vücudun sana sinyal veriyor olabilir; aç değilsin, şekere değil dengeye ihtiyacın var.
Küçük adımlarla büyük değişimler mümkündür. Bir sonraki öğününde glisemik indeksi düşünerek tabağını yeniden şekillendirmeye ne dersin?
Bir sonraki yazıda yine seninle, keyifle ve sağlıkla buluşmak dileğiyle…
Diyetisyen & Spor Eğitmeni
Melina Ezgi Tosun
Kaynak: Güzel Antalya & Bi’Haber köşe yazarı Melina Ezgi Tosun
Türkiye ve dünya gündemindeki sıcak gelişmeleri okuyucularına tarafsız ulaştırmayı hizmet kabul eden haber platformu.