“Bir tabak yemek, bazen bir insanın ruh halini anlatabilir.”
Bir danışanımın, “Yemek yemek benim için açlıkla değil, suçlulukla ilgili bir şey,” demişti. İşte o anda fark ettim ki; yeme bozuklukları yalnızca bir kilo sorunu değil, derin bir içsel çatışmanın dışa vurumu, görünmeyen bir ruhsal yaraydı.
Yeme bozuklukları, ne yazık ki günümüzde giderek artan, çoğu zaman sessizce ilerleyen ama bedensel ve ruhsal olarak ciddi sonuçlar doğuran bir durum haline geldi. Özellikle sosyal medyanın, “mükemmel beden” algısının, “fit” görünme baskısının etkisiyle pek çok kişi artık yemekle değil, kendi bedeniyle savaşıyor.
Yeme bozuklukları, kişinin yeme davranışında ve bedene bakışında ciddi değişimlerle karakterize edilen psikolojik rahatsızlıklardır. Yani sorun yalnızca “ne yediğimizde” değil, “neden yediğimizde” gizlidir.
En sık görülen türleri:
Yani yeme bozuklukları tek bir davranıştan ibaret değildir. Bazen kişi günlerce aç kalır, bazen gizli gizli yemek yer, bazen ise yalnızca “iyi” yiyeceklere takıntı geliştirir. Ancak her biri, kontrol duygusunun yemek üzerinden sağlanmaya çalışıldığı bir mücadeledir.
Birçoğumuz “yeme bozukluğu” deyince sadece zayıflığı düşünürüz. Oysa bir yeme bozukluğu, her bedende olabilir. Hatta dışarıdan bakıldığında “normal” görünen bir birey bile içinde büyük bir savaş veriyor olabilir.
Danışanlarımdan biri şöyle demişti:
“Kilo verdikçe insanlar beni övüyordu. Ama kimse o kilolarla birlikte kaybettiğim uyku, mutluluk ve özgüveni sormadı.”
Bu cümle, toplumun bedene yüklediği anlamı o kadar güzel özetliyor ki… “İyi görünmek” ile “iyi hissetmek” arasındaki fark çoğu zaman gözden kaçıyor.
Yeme bozukluğu yaşayan bireylerde genellikle şu duygular gözlemlenir:
Aslında tüm bu duygular, yeme davranışının ötesinde derin bir benlik problemini işaret eder. Kişi, hayatındaki kontrol edemediği alanları “yemek” üzerinden dengelemeye çalışır.
Günümüz dünyasında, özellikle gençler arasında sosyal medya etkisi yadsınamaz. “Kusursuz” vücutlar, “fit” yaşamlar, filtreli yüzler… Bunların arasında büyüyen bir genç, kendisini yeterli hissetmekte zorlanabiliyor.
Instagram’da bir “öncesi-sonrası” paylaşımı gördüğünüzde aklınıza şu gelsin: O iki fotoğraf arasında yalnızca kilo farkı değil, çoğu zaman bir psikolojik çöküş ve bedenle savaş hikâyesi vardır.
American Psychological Association’ın 2023 verilerine göre, sosyal medyada daha fazla zaman geçiren ergenlerde yeme bozukluğu riskinin %32 arttığı görülmüş. Çünkü sürekli karşılaştırma, sürekli “daha iyi görünmeliyim” düşüncesi kişiyi kendi bedeninden uzaklaştırıyor.
Yeme bozuklukları yalnızca zihinsel bir mesele değildir. Zamanla beden de alarm verir.
Bu belirtiler, aslında bedenin “yardım et bana” dediği sessiz çığlıklardır.
Bir yakınınız “yemek yemekten korkuyorum” diyorsa, ona “abartıyorsun” demek yerine “anlıyorum, bu seni çok zorlamış olmalı” diyebilmek bile iyileştirici olabilir. Çünkü yeme bozukluklarında en önemli şey yargısız bir anlayıştır.
Diyetisyen, psikiyatrist ve psikolog birlikte çalıştığında başarı oranı çok daha yüksek olur. Çünkü bir yeme bozukluğu yalnızca “kaç kalori yediğiyle” değil, “hangi duyguyla yediğiyle” ilgilidir.
Bir diyetisyen olarak ben, bu durumda klasik bir diyet listesi yazmam. Önce duygusal yeme davranışını anlamaya çalışırım. Kişi yeme davranışını bir “günah” gibi görüyorsa, önce o inancı dönüştürmek gerekir. Beslenme bir ceza değil, bir ihtiyaçtır.
Yeme bozukluklarının merkezinde genellikle beden algısı bozukluğu vardır.
Kişi, aynaya baktığında gerçekte var olmayan bir “fazlalık” görür.
Anoreksiya nervozalı biri 40 kilo olsa bile kendini “şişman” hissedebilir.
Bu noktada ayna bir düşman gibi olur. Her sabah tartıya çıkmak, her lokmayı hesaplamak, her yemeği “hak etmek” için egzersiz yapmak… Beden artık bir “yaşam alanı” değil, bir “proje” haline gelir.
Evet, kesinlikle mümkün. Ama sabır ve profesyonel destek gerektirir.
İyileşme sürecinde şu adımlar büyük önem taşır:
Yeme bozukluğu yaşayan biri için bir dilim pizza yemek, bir başkasının dağa tırmanmasına eşdeğer olabilir. Bu yüzden, başarı küçük ama anlamlı adımlarda gizlidir.
Yeme bozukluğu, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir farkındalık konusudur.
Yemek yemek bir ihtiyaçtır, bir keyiftir, bir yaşam eylemidir.
Ama bazıları için aynı zamanda bir korkudur, bir kaygıdır, bir utançtır.
O yüzden biri size “Ben yemek yiyemiyorum,” dediğinde bunu sadece bir cümle olarak değil, bir yardım çağrısı olarak duyun.
Her lokmanın ardında bir hikâye vardır. Ve biz diyetisyenler için en önemli görev, o hikâyeyi anlamaktır. Çünkü bazen bir tabak yemek, bir insanın yeniden yaşamla bağ kurmasını sağlar.
Dyt. Melina Ezgi Tosun
Kaynak: Bihaber.TR köşe yazarı Melina Ezgi Tosun
Türkiye ve dünya gündemindeki sıcak gelişmeleri okuyucularına tarafsız ulaştırmayı hizmet kabul eden haber platformu.