Sevgili okurlar,
“Hastalıklarda Beslenme Serisi” yazı dizimizin onuncu bölümüne hepiniz hoş geldiniz.
Bugünkü konumuz, vücudun detoks merkezlerinden biri olan karaciğer. Çoğu zaman sessiz çalışır, yıllarca şikâyet vermeden görevini yapar; ancak dengesi bozulduğunda tüm vücudun ritmini etkileyen bir organdır. Klinik deneyimlerimde sık gördüğüm bir durum var: Karaciğerle ilgili bir sorun ortaya çıktığında insanlar genellikle “Nasıl bu hale geldim?” diye soruyor. İşte bu yazıda, karaciğer hastalıklarının ne olduğunu, nasıl teşhis edildiğini, hangi tedavi süreçlerinden geçildiğini ve en önemlisi beslenmenin karaciğer sağlığı üzerindeki belirleyici rolünü sizlerle paylaşmak istiyorum.
Karaciğer, metabolizmanın merkezidir; yağları parçalar, glikoz depolar, hormonları düzenler, toksinleri temizler, ilaçların metabolize edilmesini sağlar. Bazı araştırmalarda karaciğerin 500’e yakın görevi olduğu belirtilir. Bu kadar kritik bir organın işleyişi bozulduğunda ortaya çıkan hastalıklar oldukça geniş bir yelpazeye yayılır.
Genel olarak karaciğer hastalıklarını şu başlıklarda toplarız:
Günümüzde en sık gördüğümüz tablo, karaciğer yağlanmasıdır. Özellikle hareketsizlik, yüksek kalori alımı, basit şeker tüketimi ve karın bölgesinde yağlanma ile doğrudan ilişkilidir.
Karaciğer hastalıkları çoğu zaman sinsi ilerler. Ağrı çoğunlukla olmaz, kişi kendini sadece “yorgun, halsiz” hisseder. Bu nedenle düzenli kontroller hayat kurtarıcıdır.
Teşhis sürecinde kullanılan yöntemler:
Bilimsel çalışmalarda karaciğer yağlanması olan bireylerin büyük bir kısmında ALT ve AST’nin başlangıçta normal olabildiği gösterilmiş, bu da yağlanmanın ne kadar sessiz ilerlediğini ortaya koymuştur.
En temel görüntüleme yöntemidir ve karaciğerin yağlanma derecesi değerlendirilir.
Son yıllarda yaygınlaşmış, karaciğer sertliğini ölçebilen, non-invaziv bir yöntemdir. Fibrozis yani karaciğer dokusunda sertleşme olup olmadığını gösterir.
Kesin tanı için bazen biyopsiye ihtiyaç duyulabilir; ancak artık çoğu vakada görüntüleme teknikleri yeterli olmaktadır.
Karaciğer kendini yenileyebilen bir organ olduğu için erken dönemde yapılan değişiklikler mucizevi sonuçlar verir. Tedavi her zaman hastalığın türüne göre belirlenir; fakat beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleri hemen her karaciğer hastalığında ortak paydadır.
Tedavi süreci genelde şunları içerir:
Burada önemli bir parantez açmak istiyorum: Karaciğer yağlanması ve hafif fibrozisi olan kişilerin büyük kısmı, doğru beslenme ile tamamen düzelebilir. Tıpta bu durum “geri döndürülebilir hastalık” olarak kabul edilir.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre her üç yetişkinden biri karaciğer yağlanmasına sahiptir. Bu oran sadece fazla kilolu kişilerde değil, normal kilolularda bile yüksektir.
Karaciğer yağlanması; organın içine gereğinden fazla yağ depolanması durumudur. Bu yağ fazlalığı zamanla inflamasyon (iltihaplanma) oluşturur, inflamasyon ilerlerse fibrozis ve siroz gelişme riski artar.
Bilimsel veriler gösteriyor ki:
Özetle: Karın bölgesindeki yağlanma = Karaciğerdeki yağlanmanın aynasıdır.
Karaciğer yağlanmasıyla ilgili en güçlü göstergelerden biri bel çevresidir.
Uluslararası çalışmalarda kritik eşikler şöyle belirtilir:
Bu değerlerin üzerinde olan bireylerde, metabolik sendrom ve karaciğer yağlanması riski anlamlı derecede artmaktadır.
Karın çevresinin genişlemesi, özellikle iç organ yağlanması (viseral yağ) anlamına geldiği için karaciğere giden yağ yükü de artar. Bu da yağlanmayı tetikler, inflamasyon döngüsü başlar.
Karaciğer metabolizmanın merkezidir; dolayısıyla yediğiniz her şeyin ilk işlem gördüğü yer yine karaciğerdir. Bu nedenle beslenme düzeni karaciğer sağlığını neredeyse direkt belirler.
Aşağıda bilimsel araştırmalarla desteklenmiş bazı temel noktaları paylaşmak istiyorum:
Günlük ihtiyacın üzerinde alınan her kalori, karaciğerde yağa dönüştürülebilir. Özellikle hızlı sindirilen karbonhidratlar, karaciğerde “de novo lipogenez” dediğimiz yeni yağ sentezini artırır.
Mısır şurubu, şekerli içecekler, hazır tatlılar…
Fruktoz doğrudan karaciğerde metabolize edilir ve yağ üretimini artırır. Çalışmalar fruktoz tüketiminin karaciğer yağlanmasını bağımsız bir risk faktörü haline getirdiğini gösteriyor.
Lif, bağırsak-liver aksı üzerinden karaciğer inflamasyonunu düzenler. Yeterli lif alımı karaciğerde yağlanmayı azaltıcı etki gösterir.
Özellikle işlenmiş ürünlerdeki yağ türleri, trans yağlar ve doymuş yağların fazla tüketilmesi hepatik yağlanmayı anlamlı derecede artırır.
C vitamini, E vitamini, polifenoller, karotenoidler gibi antioksidanlar karaciğer hücrelerini oksidatif strese karşı korur.
Bilimsel bir çalışmada yeterli protein tüketen bireylerde karaciğer yağlanmasının daha az ilerlediği gösterilmiştir. Protein, kas kütlesini koruyarak metabolizmayı düzenler.
Karaciğer yağlanması masum bir tablo değildir. “Biraz yağlanma varmış” deyip geçmek, gelecekte daha ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.
Tedavi edilmeyen yağlanmanın sonuçları:
Yağlanma inflamasyonla birleştiğinde tablo “NASH” adını alır. Bu evre geri dönüşü daha zor olan bir süreçtir.
Karaciğer dokusu sertleşmeye başlar; bu durum ilerlerse siroza zemin oluşturur.
Geri dönüşü çok daha zor bir evredir. Karaciğerin yapısı bozulur ve organ görevlerini yerine getirmekte zorlanır.
İnsülin direnci ile birlikte diyabet oranı belirgin şekilde yükselir.
Karaciğeri hastalanan kişilerde kalp-damar hastalıkları riski de artar.
Karaciğer metabolizmada bozulmaya yol açtığı için kilo vermek zorlaşır; yağlanma daha fazla karın bölgesinde toplanır.
Karaciğer hastalıklarında beslenme tedavisi tamamen kişiye özeldir; ancak benim klinikte en çok önemsediğim bazı ortak noktalar vardır.
Aşırı kısıtlamaya dayalı diyetler metabolizmayı bozar. Kademeli ve sürdürülebilir bir enerji dengesi oluşturulmalıdır.
Fruktoz kaynaklı ürünler karaciğerde direkt yağ üretir. Bu nedenle paketli gıdalar ve hazır içecekler mümkün olduğunca azaltılmalıdır.
Beyaz ekmek, beyaz unlu ürünler, pirinç ve paketli atıştırmalıklar karaciğerde yağ depolanmasında artışa yol açar.
Sebzeler, tam tahıllar, kurubaklagiller bağırsak sağlığını düzenleyerek karaciğeri korur.
Tekli ve çoklu doymamış yağlar karaciğeri destekler.
Kas kütlesi korunur ve yağlanmanın ilerlemesi yavaşlar.
Fazla tuz, özellikle karaciğer hastalığı ilerlediyse ödemi ve karında sıvı birikimini artırabilir.
Uzun süre aç kalmak, metabolizmayı olumsuz yönde etkileyebilir.
Renkli sebzeler, polifenol içeren bitkisel kaynaklar, tam gıdalar karaciğerdeki inflamasyonu azaltıcı etki gösterir.
Beslenme ile birlikte yaşam tarzı değişiklikleri de tedavinin olmazsa olmazıdır.
Sonuç Olarak;
Karaciğer hastalıkları genellikle sessiz ilerler; fakat doğru beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleriyle büyük oranda kontrol altına alınabilir. Erkenden fark edilen yağlanma, doğru adımlarla tamamen geri döndürülebilir.
Bu nedenle bel çevresini takip etmek, düzenli kan testi yaptırmak ve karaciğeri yormayan bir beslenme düzenine geçmek en güçlü korunma yöntemleridir.
Unutmayın:
“Karaciğer kendini yenileyebilir; ama ona ne verdiğiniz çok önemlidir.”
Dyt. Melina Ezgi Tosun
Kaynak: Bihaber.TR köşe yazarı Melina Ezgi Tosun

Türkiye ve dünya gündemindeki sıcak gelişmeleri okuyucularına tarafsız ulaştırmayı hizmet kabul eden haber platformu.
Haberleras.com Tüm Hakları Saklıdır © 2020 medya sponsorluğu / kitle fonlama / habertr / gezi bülteni / Kadın Haberleri
Bir Yorum Bırak