Sevgili okurlar,
“Hastalıklarda Beslenme Serisi” yazı dizimizin yedinci bölümüne hoş geldiniz. Bu hafta, hem günümüzde hızla artan görülme sıklığıyla hem de yaşam kalitesi üzerindeki etkileriyle halk sağlığının en önemli başlıklarından biri haline gelen astım ve alerjik hastalıklarda beslenmeyi ele alıyoruz.
Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar, doğru beslenme ve yaşam tarzı değişikliklerinin bu hastalıkların seyri üzerinde düşündüğümüzden çok daha güçlü bir etkisi olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü astım ve alerjiler; yalnızca nefes darlığı, burun akıntısı veya hapşırma nöbeti gibi yüzeysel belirtilerden ibaret değil. Bağışıklık sistemimizin çevremizle kurduğu dengenin bozulmasıyla gelişen oldukça karmaşık bir süreçten söz ediyoruz.
Bugün bu süreci hep birlikte anlamaya çalışacak; güncel bilimsel veriler ışığında astım ve alerjik hastalıklarda beslenmenin rolünü, kış aylarında artışın nedenlerini ve pratik önerileri detaylarıyla inceleyeceğiz.
Astım, akciğerlerdeki hava yollarının kronik iltihabi bir hastalığıdır. Temel sorun, bronşların aşırı hassaslaşması ve en ufak tetikleyicide bile daralarak nefes alışverişini zorlaştırmasıdır. Öksürük, nefes darlığı, hışıltılı solunum, göğüste baskı hissi… Bunlar size tanıdık geliyorsa, muhtemelen hayatınızda ya astım vardır ya da çevrenizde biri bununla mücadele ediyordur.
Uluslararası GINA (Global Initiative for Asthma) raporları, astımı “genetik yatkınlık ve çevresel maruziyetlerin ortak sonucu” olarak tanımlıyor. Yani hem kalıtsal bir yönü var hem de hava kirliliği, enfeksiyonlar, sigara dumanı, soğuk hava gibi çevresel etkenlerle sıkı bir ilişkisi bulunuyor.
Astım kronik bir hastalıktır ama burada “kronik” kelimesi sizi korkutmasın; çünkü doğru tedavi ve doğru yaşam tarzı ile astım son derece iyi yönetilebilen bir hastalıktır. Modern tedaviler sayesinde hastaların büyük çoğunluğu günlük hayatlarında hiçbir kısıtlama yaşamadan hayatına devam edebiliyor.
Astımla sık sık birlikte görülen alerjik hastalıklar; alerjik rinit (saman nezlesi), atopik dermatit (egzama), göz alerjileri ve besin alerjileri gibi bağışıklık sisteminin aşırı tepki verdiği hastalıklardır. Çoğu zaman bir arada görülürler ve buna “atopik yürüyüş” denir. Mesela çocuklukta egzaması olan bir kişinin ilerleyen yaşlarda alerjik rinit veya alerjik astım geliştirme ihtimali daha yüksektir.
Alerjik hastalıkların temelinde IgE aracılı bir bağışıklık yanıtı vardır. Yani bağışıklık sistemi polen, ev tozu, küf sporu, hayvan tüyü gibi zararsız maddeleri tehdit olarak algılar. Bu durum “alerjik astım” dediğimiz tabloya zemin hazırlar.
Tanı süreci aslında oldukça sistematik ilerler.
Önce ayrıntılı bir hikâye alınır: Semptomlar ne zaman başlıyor? Mevsimsel mi? Egzersizle mi tetikleniyor, evde mi artıyor? Sabahları daha mı kötü? Bu sorular bile tanının yarısını oluşturur.
Sonra solunum fonksiyon testleri gelir. En yaygını spirometridir. Nefesin ne kadar güçlü verildiği, hava yollarının ne kadar daraldığı bu testle anlaşılır. Gerekirse bronkodilatör testi yapılır; ilaç sonrası düzelme oluyorsa astım lehine değerlendirilir.
Alerjik hastalık şüphesinde ise prick testleri, kan testleri, gerekirse provokasyon testleri yapılır. Besin alerjilerinde altın standart her zaman kontrollü besin yükleme testleridir.
Bu noktada en önemli detay şudur:
Astımın şiddeti kadar kontrol düzeyi de önemlidir. Güncel tedaviler hastayı “atak yaşamayan, gündelik hayatı kısıtlanmayan” seviyeye ulaştırmayı hedefler.
Astım tedavisi yıllar içinde büyük bir dönüşüm geçirdi. Eskiden sadece semptom gidericiler varken, bugün ana tedavi inhaler kortikosteroidlerdir. Çünkü astımın temelinde inflamasyon yatar ve bu ilaçlar bu iltihabı baskılar.
Ağır olgularda biyolojik tedaviler de kullanılabiliyor. Omalizumab, mepolizumab, benralizumab gibi biyolojik ajanlar özellikle alerjik astımın ağır formlarında büyük başarılar sağlıyor. Ancak bütün bu tedavilerin ortak noktası şudur:
Hasta ilacını düzenli kullanırsa astım kontrol edilir, yaşam kalitesi yükselir.
Ama işin bir boyutu daha var: Beslenme ve yaşam tarzı. İşte bu kısım çoğu zaman gözden kaçıyor.
Evet, etkiler. Hem de düşündüğünüzden çok daha fazla.
Son yıllarda araştırmacılar bağırsak bakterileri ile akciğer sağlığı arasındaki ilişkiyi incelemeye başladı. Bu ilişki “bağırsak–akciğer ekseni” olarak adlandırılıyor.
Journal of Allergy and Clinical Immunology dergisinde yayımlanan güçlü çalışmalar, bağırsaktaki yararlı bakterilerin ürettiği kısa zincirli yağ asitlerinin hava yolu inflamasyonunu azalttığını ortaya koydu.
Ayrıca:
Yani günün sonunda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
Astım sadece solunum sistemi hastalığı değildir; bütüncül bir yaşam tarzı hastalığıdır.
Kış mevsimi astımlı bireyler için en zorlu dönemdir. Çünkü:
Dolayısıyla beslenme tek başına tedavi değildir; fakat kış aylarında vücudun savunma mekanizmasını güçlendiren destek konumundadır.
Bu bölümde özellikle araştırmalarla desteklenen, yaşam tarzı temelli önerileri paylaşmak istiyorum. Bunlar bir “diyet listesi” değildir; daha çok günlük hayatta uygulanabilecek bilimsel ipuçlarıdır.
C vitamini, polifenoller ve karotenoidlerin oksidatif stresi azalttığı çok sayıda çalışmada gösterildi. Düzenli taze meyve–sebze tüketimi, özellikle narenciye ve koyu yeşil yapraklı sebzeler kışın bronşları korur.
Thorax dergisinde yayımlanan bir meta-analiz, omega-3 yağ asitlerinin hava yollarındaki inflamasyonu azalttığını gösteriyor. Bu nedenle düzenli balık tüketimi ve sağlıklı yağlar kış döneminde önem kazanıyor.
D vitamini eksikliğinin astım ataklarını artırabileceği uzun süredir tartışılıyor. Bazı meta-analizler, eksikliği olan bireylerde takviyenin atak sıklığını azaltabileceğini gösterdi. Bu nedenle kış aylarında seviyeleri kontrol ettirmek önemli.
Baklagiller, tam tahıllar, sebzeler ve meyveler bağırsak florasını güçlendirerek bağışıklık sistemini düzenler. Bağırsak florasının astım üzerindeki etkisini gösteren güçlü kanıtlar mevcut.
Yüksek tuz tüketiminin hava yolu duyarlılığını artırabileceğine dair çalışmalar var. Kış döneminde turşu, salamura ve paketli gıdaların aşırı tüketimi astımı etkileyebilir.
Alerjik astım genellikle polen, hayvan tüyü, ev tozu akarı gibi alerjenlerle tetiklenir. Genç yaşlarda başlar ve atopik bireylerde görülür.
Kronik astım ise yıl boyu devam eden, tetikleyicilerden bağımsız hava yolu hassasiyetiyle seyreden daha dirençli bir hastalıktır.
Hava kirliliği, sigara dumanı, işyeri irritanları, viral enfeksiyonlar bu grupta daha önemli rol oynar.
Beslenmenin her iki formda da etkisi vardır ancak alerjik astımda özellikle immün sistemi dengeleyen antiinflamatuvar beslenme daha belirgin fayda sağlar. Kronik astımda ise obezitenin kontrolü, antioksidan dengesi ve D vitamini düzeyleri daha öne çıkar.
Sevgili okurlarım,
Astım ve alerjik hastalıklar yaşam boyu sürebilen ama doğru yönetimle tamamen kontrol altına alınabilen durumlardır. Bugün dünyada milyonlarca insan astım ile yaşıyor ama bu insanların büyük bir bölümü uygun tedavi, doğru çevresel düzenleme ve bilinçli beslenme sayesinde hiçbir kısıtlama olmadan hayatlarına devam ediyor.
Unutmayın:
Nefes sadece ciğerlerle değil, seçimlerimizle de güçlenir.
Yaşam tarzımız, yediklerimiz, yaşadığımız ortam ve stres yönetimimiz solunum sağlığını doğrudan etkiler.
Kış aylarında hepinizin daha rahat nefes aldığı, daha az atak yaşadığı ve kendinizi daha güçlü hissettiğiniz bir dönem olsun. Sağlıkla kalın.
Dyt. Melina Ezgi Tosun
Kaynak: Bihaber.TR köşe yazarı Melina Ezgi Tosun

Türkiye ve dünya gündemindeki sıcak gelişmeleri okuyucularına tarafsız ulaştırmayı hizmet kabul eden haber platformu.