“Yemeğe duyulan saplantı bir sevgi ihtiyacıdır. Yeterince sevilmiyorsan daha fazla yersin. Seviyor ve seviliyorsan daha az yersin.” — Oslo
Bu söz, üzerinde düşündüğünüzde aslında ne kadar derin bir gerçeği anlatıyor: Biz insanlar, duygusal açlıklarımızı çoğu zaman gerçek yiyeceklerle, yani yeme alışkanlıklarımızla doldurmaya çalışıyoruz. Ama bu yeme davranışının kökleri genellikle mutfakta değil, kalpte, ruhumuzda, çocuklukta veya yetişkin ilişkilerimizde saklı. Bugün sizlerle “duygusal beslenme” konusunu konuşmak istiyorum ve bunun psikolojik boyutlarını, terapi yaklaşımlarını, ayrılık ve sevgi eksikliğinin yeme davranışlarımızı nasıl etkilediğini detaylı bir şekilde ele alacağız.
Duygusal beslenme, yani emotional eating, kişinin aç olmadığı hâlde stres, üzüntü, yalnızlık, öfke, kaygı veya mutsuzluk gibi duyguları bastırmak, yatıştırmak ya da kontrol etmek amacıyla yiyeceklere yönelmesidir. Peki neden yemek? Çünkü yemek hem fiziksel hem de psikolojik olarak hızlı bir rahatlama sağlar. Şekerli, yağlı, paketli gıdalar beyinde dopamin salgısını artırır; yani “mutluluk hormonu” devreye girer ve kişi kendini geçici olarak iyi hisseder.
Fakat burada önemli olan nokta şudur: Duygusal açlığı yemekle bastırmak, sorunun çözümü değildir. Aslında kişi, sevgi, kabul ve güven ihtiyacını yiyecek aracılığıyla doyurmaya çalışır. Oslo’nun sözündeki “yeterince sevilmiyorsan daha fazla yersin” kısmı tam da bunu ifade ediyor. Duygusal açlık, fiziksel açlık gibi gözle görülür bir belirti vermez ama bedenimiz buna tepki gösterir; sürekli atıştırma, gece yemekleri, abur cubur tüketimi gibi davranışlarla kendini açığa çıkarır.
Duygusal açlığın temel kaynaklarından biri, çocuklukta yeterince sevgi ve ilgi görememektir. Çocuklukta sevgi eksikliği, hem güven duygusunu hem de özsaygıyı etkiler. Özellikle ebeveynlerin ilgisiz veya eleştirel olması, çocuğun kendi değerini sorgulamasına yol açabilir.
Böyle bir çocuk, yetişkinlikte kendini sevilmeye değer hissetmek için çeşitli yöntemler geliştirebilir. Ve maalesef bunlardan biri yemekle kendini ödüllendirmek veya teselli etmektir. Örneğin, anne veya babadan yeterince övgü ve sevgi görmeyen bir çocuk, büyüdüğünde stresli veya mutsuz anlarında yiyeceğe yönelir. Bu davranış, çocuklukta doyurulamayan sevgi açlığını geçici olarak bastırır.
Araştırmalar göstermektedir ki, erken yaşta sevgi eksikliği yaşayan bireylerde duygusal beslenme eğilimi daha sık görülür ve bu kişiler genellikle beden algısı ile ilgili sorunlar yaşarlar. Çünkü yemek sadece ruhu doyurmakla kalmaz, aynı zamanda kilo artışı ve beden değişiklikleriyle birlikte özsaygı ve özgüven üzerinde de etkili olur.
Ayrılıklar, özellikle romantik ilişkilerde yaşanan kopmalar, duygusal açlığın en yoğun hissedildiği dönemlerdir. Bir ilişkiden kopmak, yalnızlık, kayıp ve değersizlik hissi yaratır. Bu duygularla baş etmek çoğu zaman kolay değildir. İşte bu noktada kişi, kendini teselli etmek için yemekle baş başa kalır.
Psikologlar, ayrılık sonrası dönemde yeme davranışındaki değişimi şöyle açıklar: Kişi, sevgi ve güven ihtiyacını kaybettiği için özellikle tatlı ve yüksek kalorili yiyeceklere yönelir. Bu geçici bir rahatlama sağlar; serotonin ve dopamin seviyeleri yükselir. Ancak bu, uzun vadede kilo artışı ve beden algısı bozukluğu gibi sorunları beraberinde getirir.
Özellikle mutsuz ilişkiler, yani sevgi ve destek eksikliği içeren ilişkiler, kişinin yeme davranışını olumsuz etkiler. Sürekli eleştirilen, değersiz hisseden veya duygusal olarak tatmin olmayan bireyler, yiyeceklerle kendini ödüllendirme veya rahatlama eğilimi gösterir. Bu da çoğu zaman yeme saplantısına ve beden imajı sorunlarına yol açar.
Mutsuz bir ilişkide olmak, kişinin hem ruhsal hem de fiziksel sağlığını etkiler. Yeme davranışı üzerinde en belirgin etkilerden biri beden algısı bozukluğudur. Kişi kendini değersiz hissettikçe, yemekle kendini ödüllendirme yoluna gider ve kilo artışı yaşar. Ardından bu kilo artışı, özgüveni düşürür ve kişi kendini daha da değersiz hisseder. İşte bu, döngüsel bir süreçtir: Duygusal açlık → fazla yeme → kilo artışı → özgüven düşüşü → tekrar yeme.
Beden algısı bozukluğu, özellikle kadınlarda estetik kaygılarla birleştiğinde, sağlıksız diyetler, aşırı egzersiz ve hatta yeme bozuklukları ile sonuçlanabilir. Erkeklerde ise daha çok stres yeme ve göbek bölgesinde yağlanma gibi sorunlar görülebilir. Bu noktada psikolojik destek, terapi ve bilinçli farkındalık teknikleri çok önemlidir.
Duygusal beslenme ve yeme saplantısı ile baş etmek için psikolojik destek şarttır. Burada birkaç terapi yönteminden bahsetmek faydalı olacaktır:
Bu terapi, kişinin olumsuz düşünce ve davranış kalıplarını fark etmesini sağlar ve bunları değiştirmeye odaklanır. Örneğin, kişi mutsuz olduğunda otomatik olarak abur cubura yöneliyorsa, BDT ile bu davranışın farkına varılır ve alternatif başa çıkma yöntemleri geliştirilir.
Duygusal beslenmenin en temel sebeplerinden biri farkındalık eksikliğidir. İnsanlar açlık ile duygusal açlığı karıştırabilir. Farkındalık egzersizleri, kişinin gerçekten aç olup olmadığını ayırt etmesini ve yemek yerine başka yöntemlerle duygularını yönetmesini sağlar.
Özellikle çocuklukta yaşanan sevgi eksikliği veya travmalar, bireyin duygusal beslenme davranışlarını etkiler. Psikodinamik terapiler, bu geçmiş deneyimleri anlamaya ve çözmeye odaklanır. Terapist, bireyin kendini sevmeyi öğrenmesini ve duygusal boşlukları sağlıklı yollarla doldurmasını sağlar.
Duygusal beslenme yaşayan bireyler, benzer deneyimleri paylaşan kişilerle bir araya geldiğinde yalnız olmadıklarını fark eder. Bu tür destek grupları motivasyonu artırır ve sağlıklı başa çıkma yöntemleri geliştirmeyi kolaylaştırır.
Yoga, nefes çalışmaları, mindfulness ve meditasyon gibi uygulamalar, duygusal açlığın fiziksel ve ruhsal belirtilerini yönetmeye yardımcı olur. Beden ve zihin arasındaki dengeyi kurmak, yeme davranışını sağlıklı bir noktaya taşır.
Duygusal beslenme ile baş etmek için günlük hayatımıza bazı alışkanlıklar ekleyebiliriz:
Yemeğe duyulan saplantı, genellikle sevgi ve kabul görme ihtiyacının bir yansımasıdır. Oslo’nun sözünde de ifade edildiği gibi, sevgi ve güven eksikliği, bireyi yiyeceğe yönlendirir; sevgi ve kabul ise bu ihtiyacı azaltır. Anne-baba sevgisinin eksikliği, mutsuz ilişkiler ve ayrılık dönemleri, duygusal açlığı tetikleyen başlıca faktörlerdir.
Ancak bu döngü kırılabilir. Psikolojik destek, terapi yöntemleri, farkındalık çalışmaları ve sağlıklı beslenme alışkanlıkları ile kişi, yeme davranışını kontrol altına alabilir ve kendini gerçekten doyuracak sevgiye ulaşabilir. Unutmayın, yemek geçici bir rahatlama sağlar ama gerçek doyum sevgi, kabul ve özsaygıdan gelir.
Dyt. Melina Ezgi Tosun
Kaynak: Bihaber.TR & HaberGalerisi.TR köşe yazarı Melina Ezgi Tosun
Türkiye ve dünya gündemindeki sıcak gelişmeleri okuyucularına tarafsız ulaştırmayı hizmet kabul eden haber platformu.
Haberleras.com Tüm Hakları Saklıdır © 2020 medya sponsorluğu / kitle fonlama / habertr / gezi bülteni / Kadın Haberleri
Bir Yorum Bırak