“Très Franc” albümüyle Maurice Ravel’in eserlerine yeni bir soluk getiren sanatçının düşünce dünyasına ve klasik müzik yolculuğuna dair içten cevaplarını sizlerle paylaşıyoruz. Müziğe, emeğe ve üretime dair ilham verici bu söyleşi sizlerle.
Dalgaların çağrısını dinledim ve şu an buradayım. Hep gizli kalmış bir tutkuydu benim için Ravel, çocukluğumdan beri hep hayranlık duymuş ama hiç tam olarak eğilmemiştim. Rachmaninoff turnesi ve albümüyle meşgul olduğum zamanlarda İzmir’de bir deniz fenerinden Ege üzerinde gün batımını izlerken içimde Ravel’in müziği çalmaya başlamıştı, o anın kilidini açtığı bir serüven oldu sonrası. Herkesten farklı onun müziği, dünya dışından gelmiş gibi. Öyle icatlar, fikirler arkasına saklanmış öyle derin hisler var ki, insan o müziğin içinde kaybolmak istiyor. Bu ayrıksılığı, Akdenizliliği ve asi kişiliği beni çeken temel unsurlar oldu galiba.
Burası cennet gibi bir yer. Çok bakımlı durumda yepyeni bir sürü piyano modelinin hazır beklediği, istediğim zaman gidip tam aradığım özelliklere sahip bir piyanoyu seçip kayıt yapabildiğim bir mekân. Rachmaninoff albümünü de orada kaydettiğim için benim için sadece güzel, işime sevgimi kamçılayan anılarımın olduğu bir yer.
Herhangi bir şeyi daha çok kişiye ulaştırma kaygısı genellikle ticari kaygılardan doğar. Elbette güzel olduğuna inandığımız bir şeyi daha çok kişiye ulaştırmak isteyeceğiz ama bu tartışmalar genellikle bunun ticari kısmı üzerinden yapılıyor. Orası benim sorumluluk alanıma girmediği için ancak diğer açıdan cevap verebilirim: müziği sevgiyle ve kaliteli şekilde yaparak. Bir şeyin güzel, anlamlı ve incelikli olması en önemli ve güçlü özelliği.
Yurt dışında gidip konser verip geliyorsunuz. Ulaşım, konaklama, konserde albüm masası kurulması, her şey neredeyse otomatikman yapılıyor. Türkiye’de ise organizatörlerin bin türlü kaprisiyle ve birtakım koltuklarda oturan geçici bürokratların anlamsız tafralarıyla uğraşırken konser enerjinizin yarısı gidiyor.
Türkiye’de birçok şeyi, her şeye “rağmen” yapabiliyorsanız yapıyorsunuz. Açıkçası bu aralar bu konuda sabrımın sonuna geldiğimi hissediyorum. Kendi enstrümanını çalamayan mevki sahiplerine beni davet etsinler diye artık ricacı olmayacak kadar kendinin ve her şeyin farkında biriyim, onun için bu konuda çabalarım bundan sonra çok daha az olacak.
Ben albümlerimi gelecek tepkiler veya duyacağım övgüler için yapmıyorum. Zaten piyasaya çıkana kadar yapılabilecek çoğu olumlu/olumsuz eleştiriyi de düşünmüş oluyorum. Yine de bazen çok güzel gözlemler yapıyor dinleyiciler, öyle ki ben bile hiç o açıdan bakmamış olabiliyorum veya benim dışımda kimsenin duymayacağını ve fark etmeyeceğini sandığım şeyler başkaları tarafından net bir şekilde adlandırılabiliyor. Benim için en önemlisi iki albüm arasında gereğinden fazla benzerlik olmamasıydı; yani çalış olarak Ravel albümünün, Rachmaninoff’un devamı olmaması. İkisi tam çağdaş olmalarına rağmen bambaşka dünyaların müzisyenleri ve müzikleri bambaşka dokunuşlar gerektiriyor. Ravel albümünde dinleyicilerin takdir ettiğine en sevindiğim şey, bu farkın ve başkalığın duyulmuş olması.
Bu iyimser bir tavsiye mi yoksa kötümser mi ben de bilmiyorum ama; elinizde olmayan bir sürü faktörle uğraşacaksınız amacınızın yolunda. Elinizde olan bir faktör var ama: o da kendi potansiyelinizin en fazlasını vermek. Dış faktörler kolay kolay bundan alıkoyamıyor sizi, daha iyi, daha iyi olmak için emek verme insiyatifi sizde olan bir şey. Bunu sağladığınız zaman da başkalarıyla rekabet etmek veya başkalarının önüne geçmek için başka yollara ve kurnazlıklara başvurmanıza, önemli yerlerde tanıdıklarınız olmasına, bir mafyayla bağlantılı olmanıza, bir cemiyet üyesi olmanıza, el ayak öpmenize gerek kalmıyor. Benim tavsiyem ancak böyle bir şey olabilir: “bütün kozlarınızı kendi yetkinliğinize oynayın”.
Kaynak: https://ehaberburada.com/
Türkiye ve dünya gündemindeki sıcak gelişmeleri okuyucularına tarafsız ulaştırmayı hizmet kabul eden haber platformu.