“Bir lokmayı kırk kere çiğne” öğüdünü çocukluğumuzdan beri duyarız. Ama çoğu zaman bunu sadece bir abartı, büyüklerin bize yemek yedirme çabası sanırız. Oysa son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar gösteriyor ki çiğneme süremiz, beynimizin “artık doyduk” sinyallerini alma hızımız ve yeme davranışlarımız üzerinde düşündüğümüzden çok daha büyük bir etkiye sahip. Peki gerçekten bir lokmayı uzun uzun çiğnemek, hem sağlığımızı hem de kilomuzu kontrol altına almada bize yardımcı olabilir mi? Gelin, deneylerden çıkan sonuçlara birlikte göz atalım.
Yemek yediğimizde doygunluğu hissetmemizin temelinde beynimizdeki hipotalamus bölgesi yer alıyor. Yemekle birlikte mide genişlemeye başlıyor, bağırsaklardan hormonlar salgılanıyor, kan şekeri yükseliyor ve tüm bu bilgiler beyine gidiyor. Beyin ise bir noktada “artık yeter” mesajını gönderiyor.
Ama işin ilginç tarafı şu: Bu süreç anında gerçekleşmiyor. Bir şeyler yemeye başladığımızda, beynimizin doygunluk hissini tam anlamıyla algılaması için yaklaşık 15-20 dakikalık bir gecikme söz konusu. Yani biz hızlı hızlı yerken beynimiz henüz yetişememiş oluyor. Bu nedenle de “daha doymadan fazladan kalori almak” işten bile değil.
Son 20 yıldır yapılan çok sayıda deney, çiğneme süresinin doygunluk algısını etkilediğini ortaya koyuyor.
Bu noktada akla şu soru geliyor: “Çiğnemek sadece mideyi mi kandırıyor, yoksa gerçekten beyin üzerinde bir etkisi var mı?” Yanıt net: Evet, beyin kimyasal olarak da farklı sinyaller alıyor.
Çiğneme yalnızca mekanik bir hareket değil; aynı zamanda beynin ödül merkezini de ilgilendiriyor. Yavaş çiğnediğimizde tat duyusu daha uzun süre uyarılıyor, yiyeceklerin aromasını daha çok hissediyoruz. Bu da hem yeme deneyimimizi uzatıyor hem de küçük porsiyonlarla tatmin olmamızı kolaylaştırıyor.
Bunu şöyle düşünün: Bir dilim pastayı iki dakikada yerseniz, damağınız o lezzeti farkına varmadan yutmuş olur. Ama lokmaları yavaş yavaş çiğnerseniz, o tat uzun süre ağızda kalır. Dolayısıyla ikinci dilime olan isteğiniz de azalır. Yani “doygunluk” sadece mide değil, duyusal tatminle de ilişkili.
Obezite üzerine yapılan epidemiyolojik araştırmalarda, hızlı yiyen bireylerin kilo alma riskinin belirgin şekilde daha yüksek olduğu gösteriliyor. Japonya’da 3.000’den fazla yetişkin üzerinde yürütülen bir çalışmada, “çok hızlı yiyenlerin” obez olma riskinin yaklaşık iki kat fazla olduğu saptanmış.
Bir diğer meta-analizde ise, hızlı yemek yemenin sadece kilo artışı değil; insülin direnci, tip 2 diyabet ve metabolik sendrom ile de bağlantılı olduğu öne sürülüyor. Bunun nedeni, hızlı yemek yendiğinde vücudun kan şekeri regülasyonunu sağlamakta zorlanması.
Beslenme açısından bir başka önemli nokta da sindirim. Çiğneme süresi uzadıkça yiyecekler mekanik olarak daha iyi parçalanıyor. Bu da mide ve bağırsakların işini kolaylaştırıyor, besinlerin biyoyararlanımı artıyor. Örneğin nişastalı besinler ağızda daha uzun süre tutulduğunda tükürükteki amilaz enzimi onları parçalamaya başlıyor. Bu, hem sindirimi rahatlatıyor hem de kan şekerinde daha dengeli bir artış sağlıyor.
Bilimsel bulgular açıkça gösteriyor ki daha uzun süre çiğnemek hem kilo kontrolüne hem de metabolik sağlığa katkı sağlıyor. Peki bunu hayatımıza nasıl dahil edebiliriz?
Aslında yavaş yemek, bizim kültürümüzde de hep vardı. Aile sofralarının uzun uzun sürmesi, yemeklerin sohbet eşliğinde tüketilmesi… Bunlar sadece sosyalleşme değil, aynı zamanda daha sağlıklı bir beslenme davranışıydı. Günümüzde ise hızlı yaşam temposu, fast-food kültürü ve ekran başında atıştırmalar bizi hızlı yemeye itiyor. Oysa bilim, atalarımızın bu alışkanlıklarının ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha doğruluyor.
Çiğneme süresi, düşündüğümüzden çok daha önemli. Beynimizin doygunluk sinyalleriyle uyumlu bir şekilde çalışıyor, hormonlarımızı etkiliyor, sindirimi kolaylaştırıyor ve kilo kontrolünü destekliyor. Basit gibi görünen bu alışkanlık, aslında sağlıklı yaşamın gizli anahtarlarından biri.
Yani gerçekten de “bir lokmayı kırk kere çiğne” öğüdü sadece bir söz değil, bilimsel dayanağı olan bir yaşam kuralı. Bugünden itibaren sofraya oturduğunuzda, çatalınızı bir kenara bırakıp yemeğinizi yavaşça çiğnemeyi deneyin. Hem mideniz hem de beyniniz size teşekkür edecek.
Dyt. Melina Ezgi Tosun
Kaynak: Bihaber.TR köşe yazarı Melina Ezgi Tosun
Türkiye ve dünya gündemindeki sıcak gelişmeleri okuyucularına tarafsız ulaştırmayı hizmet kabul eden haber platformu.